Giriş
İzmir’de bir film gösteriminde yorumcu arkadaşımız Dr. Timur Oğuz bize “Burada Kohut olsaydı ne anlatırdı? ” sorusunu yöneltti.
Kohut geliştirdiği narsisistik “özsevisel” kuramdan söz ederdi elbette. “Özsevisel öfkeyi” konu olarak seçerdi örneğin. Bu öfkeyi incinmeye bağlar ve onun öç alma ile bağlantısını kurardı. Kin tutma üzerine bir konuşma yapardı belki de. Tutar Kaptan Ahad’ın Moby Dik’le savaşını anlatır, narsisistik yaralanmaların nasıl öce dönüştüğünü gösterirdi. Yaratıcılık üzerine konuşurdu bir bakarsınız. Narsisistik nevrozlarda annenin bebeğe sömürücü yaklaşımı ya da eşduyum eksikliğinin önemini vurgulardı. “Büyüklenmiş Kendilik” kavramını anlatma fırsatını ise kesinlikle kaçırmazdı.
Neyi anlatacağını kestiremezdik. Ama neyi anlatırsa anlatsın, engin deneyimleri ve bilgisinden dolayı ona hayran olurduk hepimiz; dediklerindense birşey anlamada güçlük çekerdik. Açıkçası anlayamazdık. Ortak bir duyguda kümeleşmede, ortak bir kavramda buluşmada zorlanır, Kohut’u izlemede engellenirdik. Adam yerine konulmadığımız, önemsenmediğimiz duygusu ortamda yaygınlaşırdı. Kohut’un etkisinden kurtulup konuya yönelme güçlüğü yaşardık. Kendimden bilirim; Kohut’u bir kez, beş kez, on kez okumak onu anlamaya yetmiyor.
İşte dinlediğimiz kişiye hayran olurken; konusunu anlamakta zorlanışımız, zorlanırken de önemsenmediğimiz düşüncesine hatta değersizlik duygularına kapılışımız “Büyüklenmiş Kendiliğin” bizdeki izdüşümleridir, yankılarıdır. “Büyüklenmiş Kendilik” narsisistik nevrozun temel yapısal öğesidir, tanısal kardinal belirtisidir.
Özet
Bu çalışmada “Büyüklenmiş Kendilik” (Grandiose Self) konu olarak seçildi ve “Grandiose self” kavramı toplumsal ve bireysel boyutlarda anlatıldı. Bireyler gibi toplumlar ya da toplumların bir kesiminin de şişindikleri, kabardıkları, büyüklendikleri dönemler oluyor çünkü. Böylesi dönemlerde onarılmaz yanlışlar da yapılıyor. Hangi tür ve nedenden olursa olsun büyüklenme bir körlüğü bir sağırlığı da birlikte getirir çünkü. Ruhçözümlemesinde bu tür görememezlik ve işitememezlik “Narsisistik Körlük”, “Narsisistik Sağırlık” diye betimleniyor. Kohut, Kernberg ve Volkan çıkarcılık ve sömürüyü, eşduyum eksikliğini, duygusal sığlık ve yoksunluğu büyüklenmiş kişilerin baskın özellikleri olarak saymakta ve bu kişilerin büyüklenmelerine karşın hayranlığa aşırı bağımlılıkları arasındaki çelişkiye işaret etmektedirler. Vakfımızda ise aşırı kırılganlıkları büyüklüklerine yakışmayan bir diğer çelişki olarak değerlendirilmektedir. Narsisistik kişilerin incinmelere verdikleri tepkilere de (küsme ve öç alma) çalışmada ayrı bir yer verilmiştir.
Sevgi ve Özsevisel (Narsisistik) Gereksinimler “Dürtüler”
Ellili yıllarda Erikson, Spitz gibi çocuk araştırmanları sevgi, sıcaklık ve yakınlık istemlerinin ruhsal gelişimimizdeki önemini vurgulamışlardır. Yetmişli yıllarda değer ve önemsenme bu gereksinimlere katılmıştır. Toplumda bir yerimizin olması ya da içinde bulunduğumuz ortamda önemsenmemiz, ya da ilişkilerimizde bize değer verilmesi ya da ciddiye alınmamız ya da bize saygı gösterilmesi evrensel gereksinimlerimiz, evrensel tutkularımız arasındadır çünkü. Yemek yemek, sevilmek, cinsel doyum sağlamak zorunda oluşumuz gibi. Ne yazık ki sevgisel ve özsevisel dürtülere genelde eşanlam veriliyor ve birbirlerinin yerine kullanılıyor. Tıpkı bir zamanlar Freud’un benlik ve kendiliğe eşanlam vermesi ve iki kavramı birbirlerinin yerine kullanması gibi.
Oysa sevgi ve özsevinin birbirlerine tüm benzerliklerine karşın sevgide yakınlığı ve sıcaklığı aramak ağırlıktayken özsevide değer ve önemsenme gereksinimleri önceliktedir. Sevgi başkasının bireyselliğini tanıyan bir beraberliğe olanak verir yani hem kendiliğin hem de nesnelerin eşdeğerli libidinal yatırımı söz konusudur. Özsevide yatırımlar kendiliğe yöneliktir. Sevgideki bu tür yatırım eşduyum ve yaratıcı yetilerin önemli bir kaynağıdır. Özsevideyse nesnelere kendilerine hayran olmak, onun hakimiyetinde yaşamak gibi görevler verilir ama onlara yatırım yapılmaz. Dr. Görkem bir seminerde “bu tür yaklaşımın narsist için başkalarının düzeyine inme ve bu nedenle bir çeşit değer yitirme anlamına gelebileceğini” öne sürmüş ve bu görüşü beğenilmişti. Buysa nesnelerle eşduyum yapılmasını, başkalarının bireyselliği ve hakları olan kişiler olarak tanınmasını engeller. Narsist başkasını çıkar sağlayacak nesneler olarak görür. İçindeki haset ve incinme korkuları yakın ilişkiler kurulmasına da olanak vermez.
Beğenilen, sayılan, değerli bir kişi olarak onaylanmak gibi dürtüsel gereksinimleri sağlıklı yollarla doyuranlar sağlıklı önemsenme ve değerlilik duygularını geliştiriyorlar. Aslında bizler, hepimiz, değerimizi yaşamak, değerli ve önemli olduğumuza inanmak zorundayız. Sevilmeyi arayışımız gibi. Bunun sağlıklı yollardan sağlanması durumlarında normal özseviden söz edilir. Normal narsisizm kendiliğin dengeli bir bütünleşmesidir. KİMİLERİYSE bu bütünleşmeyi sağlayamıyor. Normal özseviyi geliştiremiyor, kendi değerine ve önemine inanamıyor. Değeri ve önemini yaşayamayan kişilerse bitmeyen yetersizlik ve değersizlik duygularına kapılıyorlar. Sağlıklı narsisizmi geliştiremeyen ve değersizlik duygularını taşıyanların bir kümesi hileye kaçıyor, bitmeyen yetersizlik ve aşağılanma duyularına karşı savunmak için şişiniyor, kabarıyor, büyükleniyor. Bulunmaz, benzersiz bir kişi olduğuna kendisi de inanıyor ve kendisine çok değerli bir kimseymiş gibi davranılmasını bekliyor. Bunu bulamadığı durumlarda ise kolayca kırılıyor, kolayca inciniyor, darılıyor. Büyüklenirken de başkalarına yukardan bakıyor, onları küçümsüyor. Daha da beteri onları aşağılıyor. Başarılı bir işadamının, konseri güzel geçmiş bir müzisyenin bir parçacık büyüklenmesi onun doğal hakkıdır. Başarıyı aramamızın bir nedeni de budur aslında. Ama sağlıklı büyüklenmeye başka müzisyenleri değersizleştirmenin katıldığı noktada patolojik kabarma başlar. Yani kendisi büyüklenirken bu büyüklenme yetmiyormuşçasına başkalarını aşağılamak, patolojik büyüklenmenin baskın bir özelliğidir.
Büyüklenme; Toplumsal Boyutlarda
Toplumlar da benzer özellikler gösterir. Toplumların ya da bir kesimin kabarması, şişinmesi, büyüklenmesi, daha da beteri bu büyüklenme yetmiyormuşçasına, başka toplumları aşağılaması, onları yoksaması tarih sayfalarından düşmezler.
Son yirmi yıla bir bakalım. Dünem batılıların öncelikle de Amerika’nın diktatör Saddam ile tutturduğu yıllardır. Kendisi büyüklenmiş Saddam yaşamının hatasını yapmış, büyüklenmiş kişilerin kör ve sağır olduklarını kanıtlarcasına, Kuveyt’e saldırmıştır. Gücünü ve gücünün sınırlarını ölçemeden başına gelecekleri öngöremeden yani kör ve sağırcasına başlattığı bu eylem onun sonunu getiren bir başlangıç olmuştu. Batılılarda ise Saddam’ın Kuveyt’i işgali ile eşzamanlı bir hareketlenme izlenir. Tümü koro halinde insan hakları şarkılarını, demokrasi türkülerini söylerler. Özgürlük, eşitlik nağmeleri dillerinden düşmez. Hakkın büyük savunucuları Kuveyt halkının haksızlığa uğradığı; onları korumak, onlara özgürlük vermek gerektiği kanısındadırlar. Amerika da sonsuz silah gücüne dayanarak birinci körfez savaşında bunun gereğini yapar ve Irak ordusunu Kuveyt’ten çıkarır. Elbette ki yalnız ve yalnızca Kuveyt halkına yapılan haksızlığa dayanamadıkları, diktatör Saddam’a sınırlarını göstermek için bu savaşı göze almışlardır.
Bunun ardından Irak’a doğrudan saldırıldığı ikinci körfez savaşı gelir. Aynı senaryo yeniden sahnelerdedir. Aynı koro şarkı ve türkülerine yeniden başlamıştır. Bu kez Saddam’ın elinde kitle imha silahlarının bulunduğu, teröristleri desteklediği, El Kaide ile bağlantıda olduğu ara nağmeleridir.
Oysa sahnelenen bu tiyatronun uydurma, yapay bir neden, aslında büyük bir yalan, somut, anlaşılmaması olanaksız, parıldayan bir yalan olduğunu herkes bilmektedir. Herkes bilmektedir ki saldırının ana nedeni petroldür, aslında Çıkar ve Sömürü amaçlıdır.
Öte yandan saldırıya ortam hazırlayan başka ve kolaylaştırıcı nedenler dikkatlerden kaçmış, üzerinde durulmamıştır. Amerika’nın elindeki aklın almayacağı bir silah durul gücünün (potansiyelinin) onlara güçlerinin de sınırsız olduğu duygusunu verdiğini örneğin. İnsanları en kapsamlı bir biçimde öldürebilecek üstün teknik olanakların onları her şeyi yapabilirim düşüncesine götürdüğünü. Teknik olanaklarındaki bu sınırsız üstünlük Amerikalıların ve onun yandaşlarının evrenin tüm değerlerinin kendilerine ait olduğu düşünce ve duygularını beslemiştir. Her şey benimdir, evrenin tüm zenginlikleri benimdir, her şey de hakkım vardır büyüklenme tasarımlarını yani ya da petrol bana gereklidir ve benim hakimiyetime girmelidir saplantısını. Bu kafa yapısında da Iraklının petrolü Iraklıya aittir düşüncesi yok. Petrolün sahibi Iraklılar batılıların büyüklenmiş tasarımlarında insan olarak yoklar. Iraklının acıları ve ölümü kimseyi ilgilendirmiyor. Bu yönde bir körlük ve sağırlık egemen. Körfez savaşlarında bir buçuk milyon Iraklının öldüğü yazılıyor. O kadar. Bu rakamlarda Iraklının çekisi, acısı, yitimleri, örselenmeleri yitiyorlar. Vakfımızda biz bu olguyu, yani bir dramın rakamlar arkasında kaybolması olgusunu, acının ve ölümün duygudan arındırılması, somut kavramlara dönüşmesi, rakamlaşması diye betimliyoruz.
Görüldüğü gibi büyüklenmenin olduğu durumlarda insancıl değerler tepetaklak oluyorlar. Bu toplumlarda yalan, sömürü, çıkar, eşduyum eksikliği, en büyük benim, her şey benimdir, her şeye hakim olabilirim gibi büyüklenmiş duygu ve tasarımları öncelik kazanırlar. Bu toplumlar ya da toplumların bir kesiminin büyüklenmesi, kabaran, şişinen, büyüklenen ama bu yetmiyormuşçasına başkalarını aşağılayan narsistlerin BÜYÜKLENMESİNE şaşılacak benzerlikler gösterirler.
Kişilerin Büyüklenmesi: Narsistler
Kohut “Büyüklenmiş Kendiliği” belirli bir ruhsal hastalığın “Narsisistik Nevroz”un kardinal belirtisi olarak görüyor. Bu nevrozlarda temel sorunun değer konusunda odaklandığını yazıyor. Kernberg üzgün ilişki biçimlerinin değer sorunlarına eşlik ettiği kanısında.
Narsisistik nevrozlular ilişkilerinde ölçüsüz bir kendine dönüklük ile ölçüsüz şiddette hayranlığı arama gereksinimleri ile dikkati çekerler. Büyüklenmeleri ile başkalarının onayına bağımlılıkları arasındaki çelişki başka dikkati çeken özelliklerindendir. Duygusal dağarcıkları yoksuldur, derinliği az ve sığdır. Başkalarının iç evrenine, insan acılarına ve sorunlarına eşduyum yapamazlar. Yaşam kıvançları ketlenmiştir. Büyüklenme işlevlerinin yürümediği durumlarda huzursuz ve duraksızdılar, şiddetli can sıkıntısı içindedirler. Boşluk duygularından yakınırlar. Beklentilerini yerine getireceklerine inandıkları kişileri yani kendilerine hayran olanları aşırı ülküleştirirler. Kendisini umursamayan küstahlarıysa aşağılar ve sıfırlarlar. Aşağılama, sıfırlama, hiçleme, başkalarına yukardan bakarak onları yoksama narsisistik nevrozluların bir ceza verme biçimidir. Aynı zamanda savunmalarıdır da. İlişkilerinde çıkarcı ve bir parazit gibi sömürücüdürler. İlişki kuracakları kişileri “bir şey beklenir, sömürülebilir, değerliler” , “bir şey beklenmez, sömürülemez, değersizler” gibi kümelere ayırır; değerli olanlarını arar, değersizleri siler, atarlar. Kernberg burada limon örneğini verir. Demek istediği narsistlerin insanlara sıkılacak ve posası çıkarılacak bir limon gibi baktıklarıdır. Suyu olduğu sürece aranan, suyu kalmadığı zaman değersizleştirilen ve çöp kutusuna atılan bir limon gibi.
Büyüklenmiş kişiler suçlanmadan başkalarına hükmetme, onları kullanma hakkına sahip olduklarına inanır ve bunu doğal sayarlar. Sakin görünümleri derininde bir soğukluk, bir acımasızlık sezilir. Hayranlığa ve onaya bağımlılıkları bağımlı kişilik özelliklerini andırır. Gerçekte ise bağımlı olamayan kişilerdir. Başka bir anlatımla ne başkalarına kendilerini teslim edebilir ne de başkalarına güvenebilirler. Bağımlı kişiler gibi yakın ve sıcak ilişkiler kuramazlar. Çünkü derinden kuşkulu, içleri haset dolu, başkalarını hor gören, küçümseyen kişilerdir.
Özetle; büyüklük düşlemleri, aşırı bir kendine dönüklük ki vakıfta buna kendine kilitlenme deniyor, başkalarına eşduyum ve anlayış eksikliği narsisistik kişilerin baskın belirtileridir. Haset içindedirler, yaşam kıvançları eksiktir. Duyguları sığ olmakla kalmaz, onları ayrıştırma ve ayrıntılarıyla algılamada güçlükleri de vardır. Yas, özlem, pişmanlık yaşayamadıkları duygular arasındadır. Gerçek bir depresyon da yaşayamazlar. Bu hastalarda yetersizlik, değersizlik duyguları ve imgeleri büyüklenmiş tasarımlar ve tümgüçlülük düşlemleriyle yer değiştirirler. Bırakıldıkları ve düş kırıklıklarına uğradıkları durumlarda depresyona benzer bir çökkünlüğe girerler. Çözümsel (analitik) yaklaşım bunun depresyondan çok kızgınlık ve öç alma eğilimlerinin bir karışımı olduğunu ortaya çıkarır. En büyük oluşlarıyla başkalarının onayına bağımlılıkları arasındaki çelişki üzerinde çok durulan özelliklerindendir. Vakfımızda buna en büyük, benzersiz, bulunmaz bir kişi olmalarına karşın narsisistik incinmelere aşırı duyarlılıkları gibi başka bir çelişkiyi de katıyoruz.
Narsistlerin başka bireysel özellikleri
Amerikan ruhçözümcüleri kişileri belirli tiplere ayırıyor ve bunların deskriptif özellikleri üzerinde duruyor. Şizotipal, bağımlı, çekinik, antisosyal kişiler gibi. Vakfımızda ise özgün çatışma, özgün savunma ile özgün ilişki biçimlerinin birbirlerini tamamlayan bir beraberliğinden belirli kişilik yapılarının oluştuğu görüşü egemendir. Düzen ve ölçüye, temizliğe, dürüstlüğe önem veren özgün ilişkiler; yalıtma, karşı tepki kurma, usa vurma gibi özgün savunmalar; kontrol, tutma bırakma, güç gösterimi gibi anal döneme özgü çatışmaların bir aradalığının Obsessiv Compulsiv kişilik yapısını oluşturması gibi.
Narsistik kişilerdeyse değer sorunları her şeyin temelindedir. İlişkileri sığ, çıkarcı ve sömürücüdür. Gözlerini kırpmadan yalan söyleyebilirler. Ülküleştirme, değersizleştirme, yansıtmalı özdeşleşme, büyüklenme özgün savunmalarıdır. Üstbenlikleriyse çıkara ve yalana izin veren bir yapılanma gösterir. Ruhçözümcüleri bu yapılanma için “rüşvetçi üstbenlik” deyimini kullanırlar bu nedenle. Ruhsal sağaltımda ise bu kişilerin büyüklenmenin tam tersi özellikleri saptanır. Güvensiz, kuşkuludurlar, şiddetli değersizlik ve yetersizlik duyguları içindedirler. İç yaşamlarında hasedin, yetersizliğin, kendini beğenmemenin aslında kendini küçük görme daha da beteri aşağılamanın izlerine rastlanır. Hayranlığa bağımlılıkları onları başkalarında değerini görme, başkalarında değerini arama ve ilişki kurdukları kişilere büyüklüklerini onaylatma yönünde şiddetle duyarlılaştırır. Aşırı alıngandırlar bu nedenle. O kadar ki nerede ve neden dolayı alındıkları kestirilmez. Alınmaları bir çeşit incinmedir aslında.
Küsme ve Öç alma
İncinmenin iki tür eyleme vurumunu; KÜSME VE ÖÇ ALMAYI başka bir deyimle KIRILGANLIK ve KİN GÜTMEYİ burada belirtmek isterim. Ülkemizde bunların ikisi de çok yaygındır çünkü. İkisi de dargınlıkların, anlaşmazlıkların, yanlış anlamaların, bir ihmalin özsevisel örselenmeye dönüşmesidir. İkisi de onarılamayan, unutulamayan yaralanmaların eyleme vurumudur. Her ikisinin dinamiği kin gütmenin, kan davalarının, töre cinayetlerinin dinamiklerine benzerlikler gösterirler. Unutamama, affedememe özür dileyenden etkilenememe, özür dileyememe, özür dileyenle eşduyum yapamama, tümünün ortak özellikleri arasındadır. Narsisistik duyarlılık, narsisistik incinme ve narsisistik sorunlar tümünde kolayca eyleme dönüşürler. Önemsiz bir yaralanma nedenine verilen tepkinin aşırılığı başka bir çelişkileridir.
Öç Alma (kin gütme)
Kohut bireylerin narsisistik incinmeleri durumunda narsisistik bir öfkenin boşaldığı kanısında. Narsisistik öfke yıkıcıdır, bitmez, tükenmez. Bu öfkeyi taşıyan narsist kendisini inciten kişiye yani kendisini narsisistik yaralayan, güçsüz ve değersiz konuma sokan kişiye, yani büyüklüğünü, kusursuzluğunu sorgulayan kişiye, yani kendisini değersizleştiren kişiye misilleme yapmak zorundadır. İncinen narsist kendisini incitene bir misli fazlasını yaparak, onu inciterek, onu yaralayarak, onu değersizleştirerek aslında onu yok ederek ona sınırlarını göstermek, haddini bildirmek, incittiği bireyin “bir yüce”, “bir ulu”, “bulunmaz” bir kişi olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bu aynı zamanda kin tutmanın, öç almanın dinamiğini oluşturur. Kohut kin tutmanın dinamiğini Moby Dick örneği ile anlatır. Yapıtlarında bir kez okunarak anlaşılan tek bölüm de burasıdır.
Moby Dick olağanüstü büyük bir balinadır. Kaptan Ahad onunla bir kez karşılaşmış, onu yakalamaya &¸alışmış, balinayla ilk savaşında yaralanmış ve bir gözü ile bir ayağını yitirmiştir. Balinayı da avlayamamıştır. Kaptan Ahad’ın kafasında tek bir düşünce daha doğrusu saplantı kalmıştır bu savaştan. Moby Dick’i bulmak ve onu yakalamak (öldürmek=ona kim olduğunu göstermek). Bu amaçla balina avına diye denize açılır. Geminin gözcüsü önlerinde birçok balinanın bulunduğunu söyler. Kaptan Ahad bunu işitmez çünkü o Moby Dik’i aramaktadır. Yolda oğlunu denizde yitiren başka bir balina avcısının yardım isteklerini de duymaz. Onun aklı Moby Dik’tedir çünkü. Kaptan Ahad intikam peşindedir. Moby Dik’in bulunabileceği yönde yoluna devam eder. Sonunda onu bulur ve onu avlamaya çalışırken ölür. Aslında savaşta gemiden tek bir kişi kurtulur.
Örnekte kin gütmenin insanları nasıl körleştirdiği, nasıl sağırlaştırdığı belirginleşmektedir. Ama aynı zamanda kin gütmenin çok yanlı bir yıkıma neden olduğu da. Moby Dick örneğinde kin güden, kin güdülenden daha çok daha büyük zarara uğramaktadır. Kin güdücüler, öç alma peşinde koşanlar narsisistik incinmeleri unutamıyorlar, kendilerini yaralayanları affedemiyorlar, bu yaralayan bir balina olsa bile. Kin gütmenin birlikte getirdiği körlük ve sağırlık onların daha büyük zararlara uğramalarına neden oluyor. Bu özelliği ile kin gütme geriye tepen yıkıcı bir bumerangı andırır.
Son deyiş
Ne yazık ki sayılan narsisistik özellikler yalnızca narsisistik nevrozlarda ortaya çıkmıyor. Büyüklenme ve değer sorunları tüm insanların ve de tüm toplumların sorunudur aynı zamanda. Bizleri adım adım izlerler. Psikiyatrik hastalarımıza dikkatli gözlemler onların da bu sorunları taşıdıklarını ama kliniğe başka nedenlerden dolayı yattıklarını ortaya çıkarır.
Çalışmamı bitirmeden örnekler vererek kısaca psikiyatri hastalarındaki narsisistik sorunlar üzerinde durmak isterim.
Lezbiyen bir hastamı anımsıyorum. Kız arkadaşının onu bırakıp gitmesine dayanamayan bu hastam öylesine bir yaralanma yaşamıştı ki buna dayanamamış ve balkondan atlayarak yaşamına son vermek istemişti. Bacak kırığı ile kliniğimize yatırılan hasta uzun süre bir daha hiç kimse ile ilişkiye girmemişti. Çünkü yaşadığı narsisistik örselenme onda her ilişkinin bir çeşit yaralanma ile sonuçlanacağı, sonunda incineceği kaygılarını oluşturmuştu. İlişki kurmama böylesi yaralanmalardan kurtarıcı bir önlem özelliğindeydi. Şiddetli nevrozu olan birçok hasta “–o beni bırakmadan ben onu bırakayım”, “ –o beni yaralamadan ben onu yaralayayım” modeline göre davranırlar. Bu davranışlar savunma amaçlıdırlar. Bu tür savunmalar edilgenliğin (passivite) etkinliğe (aktivite) geçişi diye betimleniyor.
Genç ve alımlı bir Alman hastamı anımsıyorum. Bu hastam erkek arkadaşıyla gittiği bir lokantada kapıdan girerken ona ön verilmemesine alınmış ve lokantadan kaçmıştı. Onun ardından yıllar yılı bir arkadaşlık kuramamıştı. Sağaltıma zar zor geliyor ama bırakmıyordu. İki görüşmenin ardından bir üçüncüsüne ya geç gelir ya da hiç gelemezdi. Geldiği zamanlarda da benim dikkatsizliğim, onu aşağılamam, kötü, değersizlendiren, ona önem vermeyen bir insan olduğum üzerine konuşurdu. Yeterli dikkati gösterememem, onun tatil tarihini unutmam, bazen görüşmeyi bir dakika önce bitirmem, bazen kapıyı istediği çabuklukta açmamam, bazen de beklediği bir cümleyi kullanmamam, bazen susmamın uzun sürmesi onun incinip öfkelenmesine yeterdi. Gelmemesi ile beni cezalandırırdı. Gelmemesi ile güç toplardı aynı zamanda.
Klinikte sağaltılan hastalar arasında taburcu edileceği günü sabırsızlıkla bekleyenler vardır. Bazıları o günü bekleyemez ve bir an önce taburcu olmak için her yolu denerler. Bunların içinde taburcu olmayı bir çeşit bırakılma, bırakılmayı da aşağılanma gibi algılayanlar bulunmaktadır. Özellikle narsisistik sorunları önde borderline hastaları kaçanlar arasından çoğunluktadır. İntiharların dinamiğinde de narsisistik örselenmeler önemli bir yer tutarlar. Narsisistik incinme tetiği çektiren bir işlev görür genelde. Madam Bowary, Anna Karenina bu tür incinmeler sonucu yaşamlarına son veren ünlü roman kahramanlarıdır.
Klinikte çoğunluğu oluşturan depresif hastalarda değer sorunları önemli rol oynar. Bu hastalarda “bana vermediler” ve “beni önemsemediler” yakınmaları birbirlerine çok yakındırlar. Birbirlerinden ayrılmamış ikizlermiş gibi bir görünüm sergilerler. Depresif hastaların değersiz oldukları, beş para etmedikleri inancı onların iliklerine kadar işlemiştir. Narsisistik hastaların büyüklenmelerinin aksine bunlarda gözle görülür bir KÜÇÜKLENME *söz konusudur. Onların öne geçmelerini, almalarını, kendilerini önemsemelerini engelleyen bir küçüklenme. Bu o kadar ileri boyutlar kazanır ki kimileri “–doktor bey benimle bu kadar ilgilenmeyin değmez”, “başka hastaların hakkını yiyorum” dedikleri de olur.
Histerik hastalarda önemsenmeme bir drama dönüşür genellikle. Almanya’da histerik aphasi, körlük (Ameros), histerik bayılma, histerik felç ve benzeri belirtileri saptamak &¸ok zordur. Onların uçarılıklarına, yadsıma eğilimlerine, yüzeyselliklerine, öykünmeye yatkınlıklarına ve eğindirme eğilimlerine, çocuksu davranışlarına bakılarak tanı konur. Ama tanı konurken histeriklerin kendilerini ciddiye alamayışları, kendilerini önemsemeyişleri, saygı uyandıramayışları asıl belirleyici olarak etkilidirler. Bu nedenle bu hastalar klinik sağaltımda pek de ciddiye alınmaz ve “bırak şu histeriği” denerek pek de önemsenmezler. Bu nedenle de onların sorunları pek anlaşılmaz. Oysa her histerikte, hele kliniğe yatmış bir histerikte çok ciddi ruhsal sorunların var olduğu düşünülmelidir. Ne yazık ki en azından Almanya’da onların histerik örtülerine bakılarak derindeki sorunları yeterince araştırılmıyor. Kendini önemsemeyen kişiyi önemsememek kolaylaşıyor çünkü. Buradan da ciddi tanısal yanlışlar doğuyor. (Odağ, 2009)
Yılları alan klinik deneyimlerim psikiyatrik hastalarda güven ve değer sorunlarının çok yaygın olduğunu bana öğretmiştir. Bu sorunların bilinmesi ve bu yöndeki bir duyarlılık klinikte zaten zor olan işimizi biraz olsun kolaylaştırabilir.
* Büyüklenmenin aksine küçüklenme depresiflerde değer sorunlarıyla dürtüsel; alan kapsayamamak, elden geldiğince görünmemek eğilimleriyle mekânsal belirtiler veriyorlar. Bu nedenle “küçüklenme” bu ayrıntılar üzerinde duracak başka çalışmaya ayrılmıştır.
Dr. Celal Odağ